Altın Rüya
Bir zamanlar, uzak bir ülkede Altın Rüya adında bir şehir vardı. Bu şehirde yaşayan herkes, altın rengindeki kumların üzerinde yürüyordu ve her şey altından yapılmış gibiydi. Ancak, bu şehrin en büyük sırrı gece oluyordu.
Altın Rüya’nın minik sakinleri, her gece yataklarına yattıklarında altın tozlarıyla kaplanıyor ve altın renkli rüyalar görüyorlardı. Bu rüyalar, onlara sonsuz mutluluk ve huzur veriyordu. Böylece, her sabah uyanıp altın renkli güne başlıyorlardı.
Bir gün, şehre yeni bir bebek geldi. Bebeğin adı Ela’ydı ve onun da diğer çocuklar gibi altın rüyalar görmesini sağlayan bir büyü vardı. Ela, Altın Rüya’nın masalsı atmosferinde büyüdü ve her gece altın renkli dünyasına dalıp gidiyordu.
Bir gece, Ela’nın rüyasında altından yapılmış bir kale gördü. Kale, tılsımlı bir kapıyla kilitlenmişti ve sadece kalbinin saf olduğunu kanıtlayan biri açabilirdi. Ela, cesaretle kapıya yaklaştı ve içinden geçen sevgi ve iyilikle kapıyı açtı.
Kaleye girdiğinde ise karşısında altın rengiyle parlayan bir yatağın üzerinde yatan bir prenses gördü. Prenses, yıllardır uykuda olan ve yalnızca saf bir kalbin dokunuşunu bekleyen bir prensesdi. Ela, prensesi uyandırmak için ona sevgiyle dokundu ve prenses gözlerini açtı.
Prensesin uyanmasıyla birlikte, Altın Rüya’nın büyüsü daha da güçlendi ve şehir bir kez daha altından parlamaya başladı. Ela ve prenses, artık her gece birlikte altın rüyalara dalıyor ve sonsuz mutluluğun tadını çıkarıyorlardı. Altın Rüya, artık daha da büyülü ve masalsı bir yer haline gelmişti, çünkü içlerindeki sevgi ve iyilik her şeyi altına çeviriyordu. Ve böylece, Altın Rüya’nın masalı sonsuza dek sürdü.
Yorum gönder