Gökyüzü Mavisi ve Müslüman Çocuk

Bir zamanlar, büyük bir kentin kenarında, gökyüzünün en güzel maviye büründüğü, etrafı yemyeşil ağaçlarla çevrili küçük bir köy vardı. Bu köyde, her sabah ezan sesiyle uyanan, kalpleri sevgi dolu insanlar yaşardı. Köyün en renkli bahçesine sahip olan evde ise, yaşları 10 ile 12 arasında değişen üç arkadaş; Ahmed, Leyla ve Emir yaşardı. Bu üç arkadaş birbirlerinden farklı kültürlerden gelseler de, birlikte vakit geçirmekten ve birbirlerine hikayeler anlatmaktan büyük keyif alırlardı.

Bir gün, köyün kıyısındaki ormanın derinliklerinden gelen gizemli bir ses, bu üç arkadaşı macera dolu bir yolculuğa çıkarmaya karar verdi. Ahmed, “Bu sesin nereden geldiğini öğrenmeliyiz!” dedi coşkuyla. Leyla ve Emir de bu fikre katıldılar ve üçü, güneş yavaş yavaş batarken ormana doğru yola çıktılar.

Yol boyunca, Emir, farklı dinler ve kültürler hakkındaki bilgilerini paylaşarak yolculuklarını eğitici bir hale getirdi. Leyla ise, doğayı korumanın önemini vurgulayarak, ormanda yürürken çevreye zarar vermemeleri gerektiğini hatırlattı. Ahmed ise her zaman olduğu gibi, grubun neşe kaynağıydı ve zor anlarda arkadaşlarını motive eden kişi oldu.

Ormanın derinliklerine doğru ilerledikçe, karşılarına çıkan her yeni bitki ve hayvan hakkında konuşuyor, doğanın bu eşsiz güzelliklerini keşfediyorlardı. Ancak gizemli ses hâlâ uzaktan duyuluyor, onları daha da içeriye, bilinmeyenlerle dolu bir dünyaya çekiyordu.

Nihayet, ormanın tam kalbine ulaştıklarında, gözlerine inanamadılar. Karşılarında, devasa bir ağacın altında, yaşlı bir adam oturuyordu. Adamın etrafında kitaplar, eski haritalar ve çeşitli yazı aletleri vardı. Adam, onları gördüğünde gülümsedi ve “Hoş geldiniz, gençler. Beni bulduğunuza göre, siz de bu ormanın sırrını çözmeye adaysınız,” dedi.

Yaşlı adamın adı Yusuf’tu ve o bir zamanlar dünyayı dolaşmış, birçok kültürden insanlarla tanışmış bir gezgin olduğunu anlattı. Yusuf, Müslüman bir bilgeydi ve hayatını, farklı inanç ve kültürlerin bir arada huzur içinde yaşayabileceği bir dünya hayali kurarak geçirmişti.

Ahmed, merakla, “Peki bu ormanın sırrı nedir?” diye sordu. Yusuf, gizemli bir gülümsemeyle, “Bu orman, aslında bir ders verir. Burada, birçok farklı türden bitki ve hayvan bir arada yaşar. Hepsi farklı olmalarına rağmen, bir ekosistem içinde uyum içinde var olurlar. İşte benim siz gençlere öğretmek istediğim de bu; farklılıklarımız, bizleri zengin kılan şeylerdir ve birlikte yaşamak için bir engel değil, bir avantajdır,” dedi.

Leyla, bu sözler karşısında, “Yani bizim de farklı dinlerden gelmemiz, aslında bir zenginlik mi?” diye sordu. Yusuf, başını sallayarak, “Elbette, her biriniz kendi kültürünüzden gelen güzellikleri diğerleriyle paylaşabilirsiniz. Böylece, birbirinizden öğrenir ve birlikte daha güçlü bir topluluk oluşturursunuz,” dedi.

Gece yarısına doğru, Yusuf onlara ormanın daha fazla sırrını anlattı. Gençler, Yusuf’un anlattıklarıyla dolu dolu bir gece geçirdikten sonra sabah ezanının sesiyle köylerine geri dönmeye karar verdiler. Yolda Emir, “Bu gece bana birçok şey öğretti. Herkesin, farklılıklarına saygı duymak gerektiğini anladım,” dedi.

Ahmed ise, “Evet, ve bizim gibi farklı dinlere mensup insanlar bir arada, huzur içinde yaşayabilir. Tıpkı bu ormandaki gibi,” diye ekledi. Leyla, “Ben de doğayı daha çok korumak istiyorum, çünkü her canlının yaşam hakkı kutsal,” dedi.

Üç arkadaş, ormandan ayrıldıklarında, sadece bir macera yaşamamış, aynı zamanda hayatlarına dair değerli dersler öğrenmişlerdi. Köylerine döndüklerinde, bu öğrendiklerini diğer köylülerle paylaşmaya karar verdiler. Böylece, küçük köylerindeki farklı din ve kültürlerden insanlar, birbirlerini daha iyi anlamaya ve saygı göstermeye başladılar. Ve köy, her geçen gün biraz daha renkli, biraz daha huzurlu bir yer haline geldi.

Yorum gönder